Erciyes
Üniversitesi İletişim Fakültesinden dört genç bitirme projelerini
gerçekleştirmek üzere yola çıktılar… Daha önce işlenmemiş bu proje onları çöpün
dünyasına soktu ve çöpün insanlarıyla konuşturdu.
Çevre ve
Şehircilik Bakanlığından yeterli kredi çıkmadığı için
belediyeler geri dönüşüm
tesisleri yapamıyor ve onlar da kendi teknikleriyle bir geri dönüşüm ağı
oluşturuyor. Geri dönüşümü insanlar üzerinden yapıyor. Belediyeler çöpümüzü
ihaleye çıkarıyor, ihaleyi alan kişi belediyeye ihale bedelini ödüyor ve çöpün
insanlarını yaratıyor…
Yönetmenliğini
Burak Türten, yardımcı yönetmenliğini Celil Pehlivan, Kurgu ve montajını İshak
Ayvaz ve Kasım Ertuğrul’un yaptığı, ulusal ve uluslararası festivallerde birçok
ödüle layık görülen “ÇÖP” belgeseli bizimle çöp dünyasının sırlarını
paylaşıyor…
Belgeselin
yönetmeni Burak Türten’le atığımızı, görülmek istenmeyeni ve iğrenileni anlatan
“Çöp” belgeselini konuştuk.
ÇÖPÜN DÜNYASI BİLİNMESİN İSTENİYOR
Etrafınızda
bir sürü konular varken nereden aklınıza geldi çöp belgeseli çekmek?
Birçok konu araştırdık; Hatay’da Medeniyetler
Korosu, Ermeni köyü… Çöp dünyasının bilinmeyenlerini çekmeye karar verdik.
Belgeselin çekileceği yer, Pozantı Belediye Çöplüğüydü. Orada çevre sorunuyla
birlikte irdeleyecektik konuyu. Nehir ve orman kenarında bir çöplüktü burası.
Hem çevreye hem çalışan insanlara zararlı bir ortam vardı. Pozantı’da yerel
yetkililerle görüştük.Tabii ki kabul etmediler. Belediye yetkilisi bize
ödüllerini göstererek “Ben bunları pırasa tarlasından toplamadım. Yüzme havuzu
yaptık, gidin onu çekin, ne işiniz var çöpte? Ya buradan gidersiniz ya da çöpe
giderseniz, kovarım oradaki insanları” dedi. Pozantı’dan gönderildik.
Resmen şantaj
yapıyor yani belediye yetkilisi…
Evet.
Bilinmesini, görülmesini, duyulmasını istemiyor. Daha sonra güneye inerek
belgeselin konusunun geçtiği ilçeye vardık ve oradaki yerel yetkililerle
görüşüp konuyu anlattık. Onlar biraz daha ılımlı yaklaştılar. Fakat çöp sahibi
izin vermedi. “Hemen terk etsinler burayı başlarına bir şey gelir” diyerek bizi
tehdit etti. Biz tekrar belediyeye gidip durumu anlattık. Belediye “Çöp sahibi
kim oluyor, biz izin verdik” dedi. Çöp sahibini çağırdı ve bize engel
olmamasını söyledi. Dört gün sürdü çekimler ve her günümüz çöp sahibiyle köşe
kapmaca oynayarak geçti.
ÇÖPTEKİ SINIF AYRIMI: ŞIH VE ÇÖPÜN İNSANLARI
Oradaki
insanların dışlanmışlığını yirmi dakikada anlattınız. Kadraja sığmayan başka
neler vardı?
O kadar çok
şey vardı ki: Belediyenin çöplüğü başıboş bırakmış olması, sadece ihaleyle bir
adama vermesi ve sonrasında denetlememesi, ihaleyi alan kişinin o insanları
insanlık dışı şartlarda çalıştırması... İhaleyi alan adama, yani çöpün sahibine
“Şıh” diyorlar. Çöplüğün sahibi ikinci gün “Gidin” dedi bize. Biz yalvar yakar,
bir gün daha izin aldık ve dört günde bitirdik çekimi. Röportajı yaptığımız
kişiler de gizli saklı röportajı verdi. Arkadaşlarımız aşağıda çöp sahibini
oyalarken biz de çöpün yukarısında Cemal ile röportajımızı yaptık.
Oradayken
kamerayı bir kenara bırakıp düşündüğünüz oldu mu?
Biz orada
onlar gibi davranmak zorundaydık. Burası kötü kokuyor deseydik, birlikte aynı
sofrada yemek yemeseydik duygularını ifade edemezlerdi. Döndükten sonra ben 3
ay kendime gelemedim. Evimde oturuyorum, dışarıdan çocuk sesleri gelirken,
benim aklıma çöpteki çocuklar geliyordu. Üç, beş yaşındaki çocuk, eline poşet
alıp çöp yığınının arasında plastik şişe topluyor. Düzenli hayat yok, su yok,
elektrik yok. Farklı bir dünya orası.
Güçlü-güçsüz
ayrımı çöpün dünyasında da var. Çöp ağası akşama kadar çöp toplayan o insanlardan
haraç alıyor. Bu güçlüler ve güçsüzler ayrımı kendini nasıl üretiyor?
Gene aslında
sermaye sahibi burada da kazanıyor. Elindeki parayla ihaleyi alıyor, parası
olmayan insanları da sömürüyor. Çöplükte yaşananların kamuoyu tarafından dile
getirilmesi gerekiyor.
ÇÖPTEN BULDUKLARIYLA BESLENİYORLAR
Çöp
dünyasında olup bitenler dünyanın başka hallerine de tercüman oluyor mu? Güç
ilişkileri, ezilenler, ezenler…
Paranın,
sermayenin olduğu her yerde ezen, ezilen mücadelesi çekişmesi var. Plazalarda
daha modern, çöpte ise insanlık dışı ve daha acımasız bir şekilde sürüyor.
Yoksulluk bir şekilde ezilmeyi de beraberinde getiriyor.
Bu gurur
meselesi nasıl halloluyor? İnsanlar çöpte yaşadıklarını söyleyemiyor. Baba
serbest meslek sahibi olduğunu söylüyor. Nasıl aşıyorlar bunu?
Yapabilecekleri
bir şey yok aslında. Şehre inmeleri söz konusu değil. Tutsak hayatı yaşıyorlar.
Sabah altıda kalkıyorlar. Altı buçuk gibi çöp arabası geliyor. Çöp arabasının
döktüğü yığının üstündekileri topluyorlar, dozer gelip kürüyor. Sürekli bir
çalışma ve işleyiş var. Orada olmadıkları her dakika her saat kendi kayıpları
oluyor. Ne kadar çok toplarlarsa o kadar çok kazanıyorlar. Onların şehre
gitmesi demek şıhın kazancının da azalması demek. Zorunlu olmadığı sürece şıh
izin vermiyor zaten.
Şıh onları
elinde tutmak için bir takım politikalar uyguluyor mu?
Tam dediğiniz
gibi. Şıhın mantığı şu: Onlar giderse ben para kazanamam, gitmemeleri lazım.
Kendi içlerinde de bir birlik yok aslında. Biri şıhın istemediği bir şey
yaptığı zaman hemen içlerinden biri arayıp haber veriyor. Şıhın çöpte yaşanan
her şeyden haberi oluyor böylece.
Çok zor bir
yaşam orada. Yağmur da yağsa kar da yağsa toplamak zorundalar o çöpü Aylık
gelirleri 300 TL oluyor yaklaşık. Çöpten beslenmek zorunda kalıyorlar.
Çocuk çöpten
aldığı cipsi yiyor. Bozuk yumurtalar, balıklar, helvalar, reçeller,
sebzeler…Onların yanında rahattık. Birlikte yemek yedik. Sofralarına oturduk.
Biz de o bozuk yumurtlardan yedik. Kendilerini bu işe o kadar kaptırmışlar ki
başka bir iş yapmak akıllarından geçmiyor.
Çocuklar
okulda ne yapıyorlar peki?
Biz dört gün
kaldık. Dört gün boyunca gitmediler. Ama gidiyorlar. “Okulda bir arkadaşım
çöpte yaşadığımızı biliyor, onun yüzüne bakamıyorum” diyor çocuk. Utandıkları
için okula gitmek istemiyorlar. Öğretmenleri koruyup kollamaya çalışıyor.
Çocuklar çöplüğün oradan servise biniyorlar. Dolayısıyla diğer arkadaşları da
görüyor. Orada üç-dört yaşındaki çocuğun aldığı sorumluluğu görüyorsunuz. O
çocukların mutluluğu, çöpten buldukları cep telefonlarının koleksiyonunu
yapmak. Oradan ayrılırken çocuklar bize yoğurt kabına ektikleri domates
fidesini hediye etti. Kız çocukları papatyadan taç yapıp verdi
Gurur
meselesine ben çok takılıyorum. Fakirlik, yoksulluk bu hale gelince onu silip
atıyorsun. Çöpten çıkanı yiyebilir hale geliyorsun. Bizzat hayatın kendisini
yaşarken her şeyi unutuyorsun. O duyguyu anlatabilecek sorular sormak geliyor
içimden…
Çok ironik
şeyler var. “Çocuk bezlerinin içinden domates çekirdeği çıkıyor. O burada
büyüyor, domates oluyor, biz onu yiyoruz” diyorlar. Biz oradayken balık
yapmışlardı balık yedik. Ben düşünemedim bu balık nereden geldi diye. Çöpe
çıktığımda yerde balıkları gördüm o zaman anladım balığın nereden geldiğini.
“Yaz geldiğinde çocuklarla birlikte çöpten bulduğumuz etleri alınmış tavuk
parçalarını alıp aşağıda gölet var oraya piknik yapmaya gidiyoruz” diyorlar.
Gölet dediği yer de iki araba büyüklüğünde bir su birikintisi. Sosyal bir
aktivite olarak yapabildikleri tek şey bu…
‘TIBBİ ATIK POŞETİ KULLANIYORLAR’
Her gün çöp
arabasının gelmesini bekliyorlar. Çöp arabası demek, para demek.
Kazanılan
paranın yarısı kendine, yarısı çöp sahibine. Çöp sahibi hiçbir iş yapmıyor,
sadece para alıyor. Çöp poşetleri
bulamadıkları zaman tıbbi atıkların poşetlerini kullanmak zorunda kalıyorlar.
Ve kol, bacak gibi bir sürü insan uzvuyla karşılaşıyorlar. Ölmüş bebek…
Tıbbi atık
poşetleri mi?
Tıbbi atıklar
normal şartlarda devletin belirlediği kurallara göre; çukur kazılıp, içine
gömülüp, toprakla üstünün kapatılması gerekiyormuş. İlk etapta yapılmış, sonra
maliyetli oluyor diye çöpün karşısında bulunan üzeri açık bir bölgeye dökülmeye
başlanmış. Köpekler oradaki tıbbı atıkları parçalıyor, sonra yanınıza geliyor,
size dokunuyor. Vahşi bir şey, insanlığın en dip hali.
‘VİCDANİ SORUMLULUĞUMU YERİNE GETİRDİM’
Belgeselde
konuşan babayla gizli yapıyorsunuz çekimleri. Baba “Eğer benim bunları
anlattığımı anlarlarsa beni kovarlar. Ama birinin de bizim gerçeklerimizi
söylemesi gerekiyor”diyor. Vicdani bir sorumluluk hissettiniz mi?
Biz bir yıl
boyunca festivallere yollamadık belgeseli. Konu duyulursa kendisini işten
atarlar diye. Bir yıl sonra ben belgeseli tekrar izledim ve ‘Bunu çektiysek bir
işe yaramalı herkes bilmeli bu durumu’ dedim. Önce tedirgin oldum, ama sonra
göndermeye karar verdim. Bir nevi vicdani sorumluluğumu yerine getirdim
aslında. Sonra festivallere göndermeye başladık. Ulusal ve uluslararası
festivallerde dokuz ödül aldık. En cesurları, en konuşabilenleri Cemal’di.
Çekimlerden sonra aradım Cemal’i, çöpü bırakmış, arabayla çöp toplamaya
başlamış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder