20 Ocak 2013 Pazar

Bir Çöp Hikayesi

Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesinden dört genç bitirme projelerini gerçekleştirmek üzere yola çıktılar… Daha önce işlenmemiş bu proje onları çöpün dünyasına soktu ve çöpün insanlarıyla konuşturdu.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığından yeterli kredi çıkmadığı için
belediyeler geri dönüşüm tesisleri yapamıyor ve onlar da kendi teknikleriyle bir geri dönüşüm ağı oluşturuyor. Geri dönüşümü insanlar üzerinden yapıyor. Belediyeler çöpümüzü ihaleye çıkarıyor, ihaleyi alan kişi belediyeye ihale bedelini ödüyor ve çöpün insanlarını yaratıyor…
Yönetmenliğini Burak Türten, yardımcı yönetmenliğini Celil Pehlivan, Kurgu ve montajını İshak Ayvaz ve Kasım Ertuğrul’un yaptığı, ulusal ve uluslararası festivallerde birçok ödüle layık görülen “ÇÖP” belgeseli bizimle çöp dünyasının sırlarını paylaşıyor…
Belgeselin yönetmeni Burak Türten’le atığımızı, görülmek istenmeyeni ve iğrenileni anlatan “Çöp” belgeselini konuştuk.
ÇÖPÜN DÜNYASI BİLİNMESİN İSTENİYOR
Etrafınızda bir sürü konular varken nereden aklınıza geldi çöp belgeseli çekmek?
 Birçok konu araştırdık; Hatay’da Medeniyetler Korosu, Ermeni köyü… Çöp dünyasının bilinmeyenlerini çekmeye karar verdik. Belgeselin çekileceği yer, Pozantı Belediye Çöplüğüydü. Orada çevre sorunuyla birlikte irdeleyecektik konuyu. Nehir ve orman kenarında bir çöplüktü burası. Hem çevreye hem çalışan insanlara zararlı bir ortam vardı. Pozantı’da yerel yetkililerle görüştük.Tabii ki kabul etmediler. Belediye yetkilisi bize ödüllerini göstererek “Ben bunları pırasa tarlasından toplamadım. Yüzme havuzu yaptık, gidin onu çekin, ne işiniz var çöpte? Ya buradan gidersiniz ya da çöpe giderseniz, kovarım oradaki insanları” dedi. Pozantı’dan gönderildik.
Resmen şantaj yapıyor yani belediye yetkilisi…
Evet. Bilinmesini, görülmesini, duyulmasını istemiyor. Daha sonra güneye inerek belgeselin konusunun geçtiği ilçeye vardık ve oradaki yerel yetkililerle görüşüp konuyu anlattık. Onlar biraz daha ılımlı yaklaştılar. Fakat çöp sahibi izin vermedi. “Hemen terk etsinler burayı başlarına bir şey gelir” diyerek bizi tehdit etti. Biz tekrar belediyeye gidip durumu anlattık. Belediye “Çöp sahibi kim oluyor, biz izin verdik” dedi. Çöp sahibini çağırdı ve bize engel olmamasını söyledi. Dört gün sürdü çekimler ve her günümüz çöp sahibiyle köşe kapmaca oynayarak geçti. 
ÇÖPTEKİ SINIF AYRIMI: ŞIH VE ÇÖPÜN İNSANLARI
Oradaki insanların dışlanmışlığını yirmi dakikada anlattınız. Kadraja sığmayan başka neler vardı?
O kadar çok şey vardı ki: Belediyenin çöplüğü başıboş bırakmış olması, sadece ihaleyle bir adama vermesi ve sonrasında denetlememesi, ihaleyi alan kişinin o insanları insanlık dışı şartlarda çalıştırması... İhaleyi alan adama, yani çöpün sahibine “Şıh” diyorlar. Çöplüğün sahibi ikinci gün “Gidin” dedi bize. Biz yalvar yakar, bir gün daha izin aldık ve dört günde bitirdik çekimi. Röportajı yaptığımız kişiler de gizli saklı röportajı verdi. Arkadaşlarımız aşağıda çöp sahibini oyalarken biz de çöpün yukarısında Cemal ile röportajımızı yaptık.
Oradayken kamerayı bir kenara bırakıp düşündüğünüz oldu mu?
Biz orada onlar gibi davranmak zorundaydık. Burası kötü kokuyor deseydik, birlikte aynı sofrada yemek yemeseydik duygularını ifade edemezlerdi. Döndükten sonra ben 3 ay kendime gelemedim. Evimde oturuyorum, dışarıdan çocuk sesleri gelirken, benim aklıma çöpteki çocuklar geliyordu. Üç, beş yaşındaki çocuk, eline poşet alıp çöp yığınının arasında plastik şişe topluyor. Düzenli hayat yok, su yok, elektrik yok. Farklı bir dünya orası.
Güçlü-güçsüz ayrımı çöpün dünyasında da var. Çöp ağası akşama kadar çöp toplayan o insanlardan haraç alıyor. Bu güçlüler ve güçsüzler ayrımı kendini nasıl üretiyor?
Gene aslında sermaye sahibi burada da kazanıyor. Elindeki parayla ihaleyi alıyor, parası olmayan insanları da sömürüyor. Çöplükte yaşananların kamuoyu tarafından dile getirilmesi gerekiyor.
ÇÖPTEN BULDUKLARIYLA BESLENİYORLAR
Çöp dünyasında olup bitenler dünyanın başka hallerine de tercüman oluyor mu? Güç ilişkileri, ezilenler, ezenler…
Paranın, sermayenin olduğu her yerde ezen, ezilen mücadelesi çekişmesi var. Plazalarda daha modern, çöpte ise insanlık dışı ve daha acımasız bir şekilde sürüyor. Yoksulluk bir şekilde ezilmeyi de beraberinde getiriyor.
Bu gurur meselesi nasıl halloluyor? İnsanlar çöpte yaşadıklarını söyleyemiyor. Baba serbest meslek sahibi olduğunu söylüyor. Nasıl aşıyorlar bunu?
Yapabilecekleri bir şey yok aslında. Şehre inmeleri söz konusu değil. Tutsak hayatı yaşıyorlar. Sabah altıda kalkıyorlar. Altı buçuk gibi çöp arabası geliyor. Çöp arabasının döktüğü yığının üstündekileri topluyorlar, dozer gelip kürüyor. Sürekli bir çalışma ve işleyiş var. Orada olmadıkları her dakika her saat kendi kayıpları oluyor. Ne kadar çok toplarlarsa o kadar çok kazanıyorlar. Onların şehre gitmesi demek şıhın kazancının da azalması demek. Zorunlu olmadığı sürece şıh izin vermiyor zaten.
Şıh onları elinde tutmak için bir takım politikalar uyguluyor mu?
Tam dediğiniz gibi. Şıhın mantığı şu: Onlar giderse ben para kazanamam, gitmemeleri lazım. Kendi içlerinde de bir birlik yok aslında. Biri şıhın istemediği bir şey yaptığı zaman hemen içlerinden biri arayıp haber veriyor. Şıhın çöpte yaşanan her şeyden haberi oluyor böylece.
Çok zor bir yaşam orada. Yağmur da yağsa kar da yağsa toplamak zorundalar o çöpü Aylık gelirleri 300 TL oluyor yaklaşık. Çöpten beslenmek zorunda kalıyorlar.
Çocuk çöpten aldığı cipsi yiyor. Bozuk yumurtalar, balıklar, helvalar, reçeller, sebzeler…Onların yanında rahattık. Birlikte yemek yedik. Sofralarına oturduk. Biz de o bozuk yumurtlardan yedik. Kendilerini bu işe o kadar kaptırmışlar ki başka bir iş yapmak akıllarından geçmiyor.
Çocuklar okulda ne yapıyorlar peki?
Biz dört gün kaldık. Dört gün boyunca gitmediler. Ama gidiyorlar. “Okulda bir arkadaşım çöpte yaşadığımızı biliyor, onun yüzüne bakamıyorum” diyor çocuk. Utandıkları için okula gitmek istemiyorlar. Öğretmenleri koruyup kollamaya çalışıyor. Çocuklar çöplüğün oradan servise biniyorlar. Dolayısıyla diğer arkadaşları da görüyor. Orada üç-dört yaşındaki çocuğun aldığı sorumluluğu görüyorsunuz. O çocukların mutluluğu, çöpten buldukları cep telefonlarının koleksiyonunu yapmak. Oradan ayrılırken çocuklar bize yoğurt kabına ektikleri domates fidesini hediye etti. Kız çocukları papatyadan taç yapıp verdi
Gurur meselesine ben çok takılıyorum. Fakirlik, yoksulluk bu hale gelince onu silip atıyorsun. Çöpten çıkanı yiyebilir hale geliyorsun. Bizzat hayatın kendisini yaşarken her şeyi unutuyorsun. O duyguyu anlatabilecek sorular sormak geliyor içimden…
Çok ironik şeyler var. “Çocuk bezlerinin içinden domates çekirdeği çıkıyor. O burada büyüyor, domates oluyor, biz onu yiyoruz” diyorlar. Biz oradayken balık yapmışlardı balık yedik. Ben düşünemedim bu balık nereden geldi diye. Çöpe çıktığımda yerde balıkları gördüm o zaman anladım balığın nereden geldiğini. “Yaz geldiğinde çocuklarla birlikte çöpten bulduğumuz etleri alınmış tavuk parçalarını alıp aşağıda gölet var oraya piknik yapmaya gidiyoruz” diyorlar. Gölet dediği yer de iki araba büyüklüğünde bir su birikintisi. Sosyal bir aktivite olarak yapabildikleri tek şey bu…
‘TIBBİ ATIK POŞETİ KULLANIYORLAR’
Her gün çöp arabasının gelmesini bekliyorlar. Çöp arabası demek, para demek.
Kazanılan paranın yarısı kendine, yarısı çöp sahibine. Çöp sahibi hiçbir iş yapmıyor, sadece  para alıyor. Çöp poşetleri bulamadıkları zaman tıbbi atıkların poşetlerini kullanmak zorunda kalıyorlar. Ve kol, bacak gibi bir sürü insan uzvuyla karşılaşıyorlar. Ölmüş bebek…
Tıbbi atık poşetleri mi?
Tıbbi atıklar normal şartlarda devletin belirlediği kurallara göre; çukur kazılıp, içine gömülüp, toprakla üstünün kapatılması gerekiyormuş. İlk etapta yapılmış, sonra maliyetli oluyor diye çöpün karşısında bulunan üzeri açık bir bölgeye dökülmeye başlanmış. Köpekler oradaki tıbbı atıkları parçalıyor, sonra yanınıza geliyor, size dokunuyor. Vahşi bir şey, insanlığın en dip hali.
‘VİCDANİ SORUMLULUĞUMU YERİNE GETİRDİM’
Belgeselde konuşan babayla gizli yapıyorsunuz çekimleri. Baba “Eğer benim bunları anlattığımı anlarlarsa beni kovarlar. Ama birinin de bizim gerçeklerimizi söylemesi gerekiyor”diyor. Vicdani bir sorumluluk hissettiniz mi?
Biz bir yıl boyunca festivallere yollamadık belgeseli. Konu duyulursa kendisini işten atarlar diye. Bir yıl sonra ben belgeseli tekrar izledim ve ‘Bunu çektiysek bir işe yaramalı herkes bilmeli bu durumu’ dedim. Önce tedirgin oldum, ama sonra göndermeye karar verdim. Bir nevi vicdani sorumluluğumu yerine getirdim aslında. Sonra festivallere göndermeye başladık. Ulusal ve uluslararası festivallerde dokuz ödül aldık. En cesurları, en konuşabilenleri Cemal’di. Çekimlerden sonra aradım Cemal’i, çöpü bırakmış, arabayla çöp toplamaya başlamış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder